Merhabalar değerli okuyucularım
Geçtiğimiz günlerde, yakın dostum sevgili Kırcı ile, bir meslektaşımın açılışı için, Yenişehir Hava alanından Diyarbakır’a gittik. Çok rahat geçen yolculuğumuza, uçağımızın da dakik hareket etmesi eklenince Türkiye’nin geldiği noktayı görmüş olduk.
Diyarbakır da, Solenne & Nozze Ofis & Ev mobilyası açılışlarını muhteşem bir katılım ile yaptık.
Uçağımız akşamın geç saatlerinde Diyarbakır’dan hareket edeceği için, öğleden sonrayı değerlendirme yoluna gittik.
ATATÜRK KÖŞKÜ’NE GİTTİK.
Bir taksi çağırarak, bizi Atatürk Köşkü’ne götürmesini istedik. Adı İbrahim olan taksi şoförümüz bizi onbeş dakika gibi kısa bir sürede Atatürk Köşkü’ne götürdü. Şoförümüz İbrahim’e borcumuzu sorduk; İbrahim “Ne verirseniz verin” dedi. Biz yine de makul bir ödeme yaptık. Gittiğimiz yer gerçekten güzel bir mekandı. Havaların iyi olması nedeniyle de, kalabalık da yoğundu. Yüce Atamız’ın zamanın da kullandığı mobilyaları görme imkanımız oldu.
BAHÇE DE ÇAYIMIZI İÇTİK.
Az evvel de ifade ettiğim gibi, havaların güzel olması nedeniyle, insanlar çay bahçesini de doldurmuştu. Çaylarımızı yudumlarken, ayakkabı boyacısı bir genç yanımıza gelerek “Ayakkabılarınızı boyayabilirmiyim, ağabeyler” dedi. Öğrenci olduğunu da anladığımız boyacı İbrahim’e ayakkabılarımızı boyattık. İbrahim’e borcumuzu sorduk; İbrahim “Ne verirseniz verin” dedi. Hem isimler İbrahim, hem de ne verirsen ver ifadesi de hep aynı idi... İfade etmekte yarar var, Ne verirsen ver ifadesi gerçekten samimiydi. Biz yine de makul olanı verdik, elbette.
SADIK USTAYA GİTTİK.
Atatürk Köşkü’nden ayrılırken oto park görevlisine, “Kadayıf tatlısını nereden alalım” dedik. İlgili arkadaş ısrarla, “Sadık Usta’dan alın” dedi ve taksi şoförünü de, Sadık Ustaya götürmesi tembihatında da bulundu.
SADIK USTA NE KADAR DA CÖMERTMİŞ.
Bu yazıyı kaleme almama sebep kadayıf tatlıcısı Sadık ustadır. Dostum Kırcı ile kadayıfçı dükkanına girdiğimiz zaman; “ilgili görevli iki tür kadayıf var, biri fıstıklı, diğeri de cevizli” dedi. Hem de büyükce bir parça cevizli kadayıfı tabakla bize ikram etti. Peşinden de fıstıklı kadayıfın servisini yaptı. Elleri o kadar alışmış ki, inanılmaz derece de hızlı olmak üzere, bu servisleri yapıyorlar. Aldığımız iki kilo kadayıf tatlısı, ama, bize yapılan ikram yarım kiloya yakın idi. Tam kapıdan çıkarken, hemen karşı tarafta bizi bekleyen taksi şoförümüze de tatlı ikram etmek aklıma geldi. Tekrar geriye dönerek, “Taksi şoförümüze de küçük bir parça tatlıyı ikram edebilir miyiz” dedim. Ne demek dedi ilgili, bol kepçe olan görevli arkadaş, büyükçe bir parçayı, çatalı, peçetesi ile çok seri olarak bir kutuya yerleştirip bana verdi. Ben de bu kutuyu taksi şoförümüz İbrahim’e getirdim ve Sadık Usta’nın ikramı olduğunu söyledim. Bir başka şoför olmasına rağmen bu şoförümüzün adı da İbrahim idi. Birinci taksi şoförümüz İbrahim, ayakkabı boyacımız İbrahim ve ikinci şoförümüz de yine İbrahim idi. Hep önümüze ne ilginçtir ki, İbahim oğlu İbrahim’ler çıkmıştı.
NE VERİRSEN VER.
İkinci şoförümüze, bizi istediğimiz yere getirdikten sonra, borcumuzu sorduk; o da “Ne verirsen ver” dedi. Şunu altını çizerek ifade ediyorum ki, ne verirsen ver ifadesini içtenlik ile kullanıyorlardı.
Eskilerin ifadesiyle;
KISSADAN HİSSE;
İnanılmaz derece de cömert olan Kadayıfçı Sadık Usta ve Ne verirsen ver diyen taksiciler ve ayakkabı boyacısı Diyarbakır insanın profilini ortaya koyuyordu. Benim Diyarbakır’lı insanım tıpkı diğer Anadolu insanımız gibi cömert ve misafirperverdir. Terörü baz alarak Diyarbakır’a gitmemezlik yapmayınız, derim.
Sevgiyle kalınız...